‘’İnsanlar havada, suda veya ateşin üzerinde yürümenin bir mucize olduğunu söyler. Ama benim için yeryüzünde huzurla yürümek asıl mucizedir. ‘’der Thay.
Thay (öğretmen) demektir. Bazen birkaç cümlenin bir araya gelmesi omuzlarından yükler alabiliyor böyle…
Bu yazının konusu hafta sonu katıldığım İnziva-Yoga kampında neler yaşadığım, hissettiğim ve sezdiğimle ilgili olacak.
Şimdiden söyleyeyim artık farklı Buket’im. Buna eminim.
Mucizenin tanımını yukarıda az önce okudun. Benim için de mucize artık huzur demek. Kampta huzuru, neşeyi ve coşkuyu hissetmekle birlikte insana dair açılımlarım da oldu.
Meğer ne çok ihtiyacım varmış benim buna. Her gün çokça ders vererek, koşturarak veya kendi akışlarımda yaşadığım hareketlerle kendimi unutmuş, hareketli olmayı oradan oraya gitmeyi ve gelmeyi yaşamak sanmışım bir süre. Evet elbette hepsi kıymetli, yaşamın kendisi kıymetli ama azıcık durmayı deneyimlemek bana hediye olacaktı biliyordum. Bu istekle bu inzivanın gerekli detaylarını öğrenerek kayıt yaptırmış oldum. 2 gece 3 gün sürecek olan kampın içeriğini öğrendiğimde öyle heyecanlandım ki hem bir eğitmen olarak kendimi güncelleyecek hem de zihin tatilimi yaşayacaktım.
Günün, saatin olmadığı, dolunayın parladığı, ateşin en kızılını gördüğüm bu kampta böylesi anıların insana en çok da yaşam sevinci verdiğini söylemek mümkün benim için.
Katılımcıların hiçbirini tanımamak, gideceğim yeri bilmemek, nerede uyuyacağımı uyanacağımı, ne yiyeceğimi bilmeden teslim olmak öyle hafifleticiydi ki… Ne gelse önüme kabul etmek zorundaydım. Öyle de oldu. Şehrin ve rutin akışın içinde gözüme batan ama yapmaya devam ettiğim her şeyi 3 günlüğüne bırakmış, otopilottan çıkmaya çoktan niyetlenmiştim.
Bu yer üniversite yıllarımı da geçirdiğim İzmit’in bir yaylasında adı ile müsemma Nefesköy’dü.
Niyetim sadece durmaktı.
İzlemekti.
Az konuşmak, az yemek ve az düşünmekti.
Meditasyonun içinde dalmak, az uyaran almaktı.
Zihnimde kurduğum bu kurguyu yapmaya çalıştım.
Sosyal hayatımda herkes kadar kendimi sevdirmeye çalıştığımı, kendimden bahsetmenin ne yaptıklarımla ilgilendiğimi anlatmanın matah bir şey olduğunu zannediyordum buna da bir dur demekti benim için yoga orada.
Yoga ortamda birbirini tanımayanların, tanımadan da sevdiği bir yer. Bu sebepten susmayı, gerekmedikçe konuşmamayı, konuşmadan da anlaşmayı tercih ettim.
Göz gezdirdim, sesleri dinledim, ormanın odaya dolan kokusunu çektim içeri.
Bir yığın hatırlattığı duyguyla beraber bitecek olmasının verdiği hüznü bükmeye çalıştım içimde.
Çünkü hızın, hırsların, kariyer planlamasının, asfaltın, egzozun, trafiğin içine yeniden dönecektim.
İşte yoga burada devreye girip ‘’ANDA KAL’’ sloganını attı hep. Şükür.
Yeter ki duymayı iste.
Kendi bakış açımla yogayı 10 maddede özetleyeceğim şimdi;
1.Yoga kendimizi izlemeyi öğrenmektir. Bunu en çok çocuklar yapar. Çocuklar en gerçek yoginilerdir.
2.Meditasyon mutlu olmak, kendi farkındalığını öğrenmek, içimizde sorduğumuz sorulara yanıt almaktır.
3.Gerçek meditasyon içerideki soruları yakalamak ve bulmaktır.
4.Yoga veya meditasyon zihnin sakinliğini zorlar.
5.Yogada üretilen enerjiyi evrenden alıp kendimize yollarız. Çünkü var olan enerjiyi blokajlamadığımız müddetçe hepimize eşit enerjiler verilmiştir.
6. Yoganın temel felsefesi ‘’birleşmek’tir. Yogayı bütünleşmek ve birleşmek için yaparız.
7.Nefes, meditasyon veya yogada fiziksel bedenin nasıl temizleneceğini öğrenirsin ve bu da bilinci etkileyeceği için düşünce biçimini onaracaktır.
8. Zihnin neyse nefesin de odur, nefesin neyse zihnin de odur.
9. Herkesin dönüşümü kendine aittir. Hiçbir yogini kendini bir başkası ile kıyaslamaz çünkü kıyaslamak büyük bir şiddettir.
10. Yoga ‘’insana bir faydan var mı?’’ yı sorgular.
Nefes
Nefese gelelim.
Hissetmeden aldığın her nefes, hissetmeden yediğin her yer yemek bir ziyan maalesef. İnzivada en çok nefesi konuştuk. Nefesi ön planda tuttuk. Her nefes dendiğinde aklıma anahtar geldi. İçimden dışıma açılan bir kapı varsa o kapının anahtarı nefes artık benim için.
Hoca her nefes al ve ver dediğinde ben ‘’Her insan kendine sormalıdır. Tanrı benimle ne kastetmiş olabilir’’ diye sordum. Zihnimde yankılanan bu meşhur söz öyle anlarda fışkırdı ki yüzeye yaptığım her hamlede tekrar tekrar sorguladım. ‘’Benimle ne kastetmiş olabilirsin?’’ (Soren Kierkegaard) Evren, kendini benim üzerimden canlı tutuyor. Evren hepimizin üzerinden kendini canlı tutuyor. Nefes o canlılığın içindeki ilk şey. Nefessiz hiçbir şey canlılık gösteremediği gibi nefesinden kopuk yaşayan canlılarda çeşitli sorunları yaşamak zorunda kalıyor.
Biz ille nefes derken bu sorunları reddetmiyor, sorunlarla mücadelenin en konforlu halini bulmaya çalışıyorduk. Egzersizlerde veya pratiklerde temel amacımız bu. Yaşamın tüm asimetrilerini kabul etmek, ona direnç göstermemek fakat onunla en iyi şekilde yaşamayı öğrenmek oluyor geriye kalan.
Ekleyebilirim ki bedensel olarak kuvvet kazanmak için de nefes artık en gündemdeki konu. Egzersiz minvalinden bir küçük detay; karın kuvveti kazanmak için artık onlarca mekik, dakikalarca plank egzersizi yapmak yerine tekniği olan nefes çalışması yapmak diyafram ve core kasları için en iyi çalışma artık.
Hepimizin içinde bu kışın çok uzun geçtiğine dair bir his var değil mi? Haliyle benim bu süreçte en çok yüreğimden geçen şey şuydu; ‘’lütfen artık çok güneş olsun, günler güneşli olsun, güneş açsın. Kampta en çok güneşi hissedeyim.’’ İşte tam bu noktada katılımcı arkadaşlardan biri tanışma çemberi başlığıyla yaptığımız sohbet anında hepimiz için aldığı bir kese hediyeyi açtı. Hepimize birer bileklik ve o bilekliklerin üzerinde bir not. Benimkisinde şöyle yazıyordu,’’ Açıl, güneş ol.’’ Gözlerime inanmakla birlikte, şaşkınlığımı yönetirken içim şükürlere boğuldu. Derin bir nefes anının ardından eğilip teşekkürlerimi ilettim yüzümdeki mutlulukla.
Hayat bu kadar senkron bir adrese dönüşebiliyordu işte.
Güneşi doğururken de batırırken de nefesimin derinliğinde onlarca oh sesi çıktı içimden yüzeye…Bilekliğim kolumda. Bana istediğimde güneş bile olabileceğimi hatırlatıyor. Nameste !
Ateş
Kampta şahit olduğum ve zihnimde bir sıçrayışa neden olan o andan bahsedeceğim.
İkinci akşam ‘’Şamanik Ritüeller’’ anında ateş yakılmış etrafında mantra eşliğinde oturmuş ritme, dolunaya ve ateşten çıkan ısıya teslim olmuştuk. Öyle bir an daha önce hiç yaşamamıştım.
Asıl konu onun etrafındayken geçen bir bir diyalog oldu.
Katılımcılardan biri yanan ateşe elindeki bir çöpü attı. Nasılsa ateş yanar ve çöp yok olur düşüncesiyle sanıyorum. Hocamız nazik bir uyarmayla ateşin bir ruhu olduğundan ve bu eylemin o ruha saygısızlık olabileceğinden bahsetti. Öyle haklıydı ki yerden dolunaya kadar. Hayatım boyunca yere çöp atmamış, çöp atan kişilere karşı da öfke duymuşumdur. Şimdi bir üst bakış açısıyla artık yere çöp atmamakla birlikte elementlerin (hava, ateş, su, toprak) bir ruhu da olduğunu hatırlattı bana.
Hocam iyi ki bu an gerçekleşti. Size de yüreğimden çok sevgiler.
Su
Nefesköy bir köyün adı değil, kaldığımız evin ismi. Köy İzmit’in Yuvacık ilçesinde.
İşte tam Nefesköyün arka bahçesinde öyle güzel, pırıl pırıl akan bir şelale vardı ki çantayı odaya atar atmaz kendimi onun önünde, suyun yere çarpışını izlerken buldum. Su… Su öylesi bir şey ki bir tek insanda değil suda da bir hafıza vardır. Korkunç seviyede, etkisi yüksek ve onsuz hiç olduğumuz bir enerji. Sularımıza, göğümüze ve toprağımıza sahip çıkalım. Onlar en muhteşem fenomenlerimiz. Fenomen dediğimiz şeyler bunlardan başka bir şey değil. Su farkındalığı en yüksek elementtir. Biz insanda farkındalığı en yüksek hale ‘’mindfull’’diyoruz ya elementlerin en mindfullu su’dur.
O yüzden sufilerin en çok da suyu okuyup üflemeleri şimdilerde mantıklı gelmeye başlıyor hepimize.
Toprak
Burcum Başak, elementim toprak. Topraklanmaya ihtiyaç duymak demek ayağının toprağa değmesiyle oluşan fizyolojik değişimler oluyor, şehirde ayağının altında asfalt varken en çok. Toprağın köklenmek, köklenmeninse en önemli detayı dünyanın seninle aynı anda dönmesi demek oluyor aslında. Dünya dönüyor ve sen duruyorsan kayıtsızca yaşamış oluyorsun, bir görevi yerine getirmiş oluyorsun sadece hayatta kalarak. Toprak yaşatan ve olgunlaştırandır. Bizim hayatta kalmaktan ziyade hayatı yaşama sanatı ile doldurmak ve her anın içinde gizlenen güzelliği bulup çıkartalım diye verilen bir bilinç ve zihnimiz vardır ve evren tarafından bir araya getirtilen. Buna da bin şükür olsun.
Hava
Öylesi bir dolunaya denk geldik ki ateş yaktığımız gece. Gözlerimizle görebileceğimiz bir renk dönüşü oldu havada. Sanki Kuzey ışıkları önümüze düşmüştü. Havada baharın sancısı varken hepimiz bir yürekten yanan ateşin havayla buluşmasını seyrettik. Dolduk, taştık, daldık yeniden canlandık.
Şimdi içimden yükselen bir cümleyi daha paylaşayım izninizle; ‘’Hava, en iyi teknolojidir.’’
Ulaştırır, iletir, yansıtır.
Bedene nefes olur. Nefes can olur. Can’sa yaşamın kalbine dönüşür.
Havada uçarsın, havada ağaç olursun, rüzgar olur tomurcuklanırsın ve en sonunda besin olur hücrede akmaya devam edersin. İşte günlük hayatta otopilotta iken düşünmeye mecalimizin olmadığı, düşünsek de derinleşemediğimiz bu olgu ve konular nasıl oluyorsa inziva pratiklerinde bir hediye paketi gibi açılmıştı önümüze.
İyi ki…
Merkezde kalabildiğimi, dengeye gelebildiğimi, ezber dışı davranırken tahammülümün arttığını, doğa ile haşır neşir olunca yaratıcılığımın genişlediğini hissetmek muazzamdı.
İçimde beliren bu sevincin yine benimle ilgisi vardı biliyorum. Olasılıklarımı ve varyasyonlarımı bulmaya çalıştıkça kendimle olan bağım artıyor görüyorum. Bunun için bir yerlere gitmek, birileri ile tanışmalar yaşamak, yeni müziklere yeni yoga pratiklerine ihtiyaç duymaksa bunu elimden geldiğince sürdüreceğim. Bileceğim ki her birinde matriksim yeniden yazılıp, kodlanıyor. Biliyorum ki o mevsim yeni, o çiçek yeni, o buketler yeni buketler.
Toprağa dokunmak, çıplak ayakla yürümek, yoga pratikleri yaparken nasıl göründüğümle ilgilenmemek, yanımdaki ile yarışmamak onunla bütünleşmek, akan su ile oynamak hayal ötesiydi.
Kendime sözüm; sezgisel beslenmeye özen göstereceğime ve acıkmadan yememem gerektiğini kendime hatırlatacağıma dair alt yapım oluştu, buna inanıp devam edeceğim. Bazen susmanın, konuşmadan iletişime geçmenin de değerli olduğunu hatırlayacağım.
Seslerimiz ve cümlelerimiz evrende kaybolmuyor. Kaydoluyor. Konuşmanın kalabalığında ıskaladığımız her ses ve cümle gelip buluyor seni adresinde.
Hararetli sohbetlerin, sessizliğin, kalabalık içinde tek başına olmanın verdiği mutluluğu hafızamın ve kalbimin bir yerlerine arşivliyorum.
Dünya bu! Hayat komik ve eğlenceli bir yer. Ayaklarım toprakta, başım gökte yürümeye devam edeceğim.
Ve anladım ki evim kalbimmiş. Nereye gidersem kalbimle evim orasıymış. Ben ne kadar kaçmak uzaklaşmak istesem de o benden hiç ayrılamazmış.
Bazen insan kendini yersiz yurtsuz hisseder ya bunun en büyük özgürlük olabileceğini düşünmüş, bilmediğim yerlerde bilmediğim Buket’lerin içinde kaybolmuştum. O aksattığım, fırsatını bulamadığım toprağa dokunmanın huzurunu ellerimde, ayaklarımda hissederken içimde bağışlanmaya, okşanmaya dair Buket’ler beliriverdi çimenlerin üstünde…
Doğa iyileştiriyor sevgili okuyan.
Şefkatini gösteriyor.
Varsa ağrını dindiriyor, dinlendiriyor.
Yaktığımız ateşin dumanı saçlarımı kirletti, üzerimi kokuttu ama beni sardı.
Nefesimden içeri toz toprak girdi ama bana yaşam oldu.
Tüm bu deneyimlerim ve duygularımın eşliğinde artık diyebiliyorum ki ben neredeysem dünya orası, ben neredeysem kalbim orası, ben neredeysem Yaratan orası.
Bu keyifli ve eşsiz beraberlik için çok teşekkürler.
Hocalarım; Muzaffer Alemdar – Kaan Hantal
Şimdi size bir şarkı hediye ediyorum…
Sevgilerimle.