Son yıllarda ama özellikle son altı ayda her alanda; tüm ürün ve hizmetlerde ürkütücü düzeyde spekülatif fiyat hareketleri görüyoruz. Hatta öyle ki artık bir şeye günlük zam gelmemesi filan spekülatif. Ülkede çıldırmayan piyasanın kalmamış olması artık doğal olan. Enerji fiyatları, gıda, araçlar, gayrimenkul, ulaşım… Her şey. Olan her şey artık beni “biz nasıl bir simülasyona doğduk?” diye sorgulatıyor. Şimdi turizm zamanı. Her şey dâhil fiyatlara en çok zam dâhil. Saatlik zamlanan şeyler.
Tamam kur, enflasyon ve faiz sarmalında her şey çok zor kabul ama bir de buna insanların daha fazla kazanma hırsı, şehveti eklendiğinde her şey kur ve maliyet artışından fazla artıyor, bu da enflasyonu defalarca katlıyor.
Çeşme, Bodrum, Kaş, Göcek filan güzel ama bakın fiyatın arkasındaki değerle ilişkisi koptuğu ölçüde her şey durur. 2 bin TL’ye şezlong, 300 TL’ye hamburger satıyorum zannedersiniz, her şey durduğunda ki durur, seneye o beachlerde orkinoslarla poz verirsiniz. Aslında fena da olmaz. Ne de olsa sahillerin gerçek sahibi onlar. Ya da evin vardı, 500 bin diyordun şimdi 5 milyon. Zengin oldun di mi? Tabii ki. Ekonomideki dinamikleri hepimiz anlıyoruz ama bunu şehvetli fiyat artışı ve kazanç kapısı olarak değerlendirmek mümkün değil. Sürdürülebilir değil.
Örneğin su an 4 milyon TL'niz olsa ne yaparsınız? Resmi enflasyon % 8.62’lerde ve mevduat faizleri %20'lerde. Basit bir hesapla 4 milyon TL’niz bir yıl faizde kalsa 700-800 bin TL getirecek. Ama enflasyon anaparanızı % 70 eritecek. Açıkça faiz gelirinizi almasanız ve üstüne ekleseniz dahi zararda olacaksınız. O halde kendinize, riski olmayan ve enflasyona dirençli bir yatırım aracı peşinde olacaksınız. Genel talep eğiliminde davranmak demek bu da. genel talep neye ise, sizi onu almaya itecektir.
Bu, bazı dönemlerde ev, bazı dönemlerde araba, bazı dönemlerde dolar, bazı dönemlerde altın, bazı dönemlerde kripto para olacak. Hatta marangozsanız stok yapmak için fazla fazla odun alırsınız, bakkalsanız un filan alırsınız, fabrikanız varsa hammadde alırsınız. Tezek bile alabilirsiniz. İsterseniz gübre fiyatlarına bakın. O bile paranızı enflasyona karşı koruyacaktır. Yani ihtiyacınız ne ise ondan fazlaca alıp stoklarsınız. Bu da ülke olarak sizi sarmala sokar. Arz güvenliği ve fiyat istikrarı darmadağın olur. Tam bir ekonomik kaos ortamı demektir bu. Para finans sisteminde kalır. O da bir süre için. Reel sektöre geçmez.
Benim de aklıma kim gelir? Felsefe gelir.
Bununla bağlayalım. Organize din, ahlak, etik psikoloji, dini felsefe üzerine çalışan Danimarkalı yazar, şair ve ilahiyatçı olan Søren Kierkegaard’tan bir alıntı ile başlayacağım. Şöyledir anekdot: Bir gün bir tiyatronun kulisinde bir gün yangın çıkar. Tiyatronun emektar palyaçosu haber vermek için sahneye gelir. Herkes bunun bir şaka olduğunu sanıp alkışlamaya başlar. Palyaço uyarmaya devam ettikçe alkışlar daha da hızlanır ve hepsi yanıp gider. Kierkegaard da bunun üzerine der ki: 'Sanırım dünyanın sonu da böyle gelecek: her şeyin bir şaka olduğunu sananların yükselen alkışları arasında!'
Boğaziçi Üniversitesi’nde okurken bir gezide gittiğim Danimarka’da Kopenhag’ta Kierkegaard ailesinin Assistens mezarlığındaki kendisine tüm mezarında kitaplarını okuyacağıma söz vermiştim. Bu arada kendi soyadı da hazire, kilise mezarlığı demek ('church yard') anlamına geliyor, ironik...
Yine oradan devam edeyim ve ülkenin sosyolojik analizine giriyorum. Faust’taki Mefisto, umutsuzluğa düşen bir şeytandan daha kötü felâket yoktur derken haklıdır çünkü buradaki umutsuzluk, kulağını pişmanlığa ve bağışlamaya veren bir zayıflıktan başka bir şey değildir. Kierkegaard para ya da siyaset ya da kişi, bağımlılığı ne güzel ifade eder bize, onunla bitireyim.
'Sana 'Johannes'ciğim demiyorum çünkü senin asla benim olmadığını çok iyi anladım ve bir zamanlar ruhumu mutlu eden bir düşüncenin cezasını da epey çektim ama yine de sana sana benimsin diyorum; baştan çıkarıcım, aldatıcım, düşmanım, katilim, mutsuzluğumun kaynağı, sevincimin mezarı, mahvımın dipsiz kuyusu. Sana 'benim', kendime de 'senin mi' diyorum ve bu sözlerim, bir zamanlar tapınışımı gururla dinleyen kulağını okşarken şimdi senin üstüne bir lanet gibi gelecek, sonsuz bir lanet. Peşine düşeceğimi sanma yanımda sana alay konusu olacak bir hançer taşıyacak değilim! Nereye kaçarsan kaç, yine seninim; dünyanın öteki ucuna da gitsen yine de seninim benden başka yüz kişiyi sevsen de seninim: evet, son nefesimde bile seninim. Sana hitap etmede kullandığım dil bile senin olduğumun kanıtıdır. Sen bir insanı kandırmada öylesine ileri gittin ki benim için her şey haline geldin; ben de artık tüm zevklerimi senin kölen olmaya dönüştüreceğim-seninim, seninim, seninim ben senin başını belası.'