• BIST 8860.3
  • Altın 2923.448
  • Dolar 34.2561
  • Euro 37.4046
  • İstanbul 15 °C
  • Ankara 12 °C
  • Tunceli 15 °C

İnanç, İkna ve İman

ÜNAL GÜNER

Bizler bir şeye inanabilmek için zihnimiz tarafından ikna edilmeye ihtiyaç duyarız. Ama her birimizin inançları zaman içerisinde değişmek ve yerlerine yeni bilgiler konulmak durumundadır. 

Kendimizle, hayatla, dünya ve birçok kavramla ilgili inanç kalıplarımız zaten kırılmaya ve değişmeye mahkumsa, inanç kavramını nasıl ele almalıyız?

Her birimizin bir şeylere inanmaya ihtiyacı vardır. Bir ateist bir şeye inanmıyorum derken bile aslında yine bir inancın içindedir.

Hatta Allah kavramına zıt ya da ters inancı olan kişilerin daha fazla inanç kalıpları da olabilir. Bunu sadece dini bir anlayış ile ilgili düşünmeyin. Birçok dindarın dini görüşle ilgili inanç kalıplarının çok çok ötesi bilim insanlarının içinde de vardır. Onlar birçok bilimsel gerçeği birer inanç kalıbı olarak kabul ederler. Oysa ki o gerçekler, kısa bir zaman sonra başka bir kavrama evrilmek durumundadır. 

Hz. Muhammed bu konuda şöyle demiştir: “Ben her gün öğrendiklerimden ve anladıklarımdan yeni bir bilgi kulesi yapıyor, ertesi gün de onu yıkıp bir yenisini yapıyorum.”

Biz hangi anlayışımızı inancımızı her gün yenileyebiliyoruz? Hangi konuda, o an yeniden bakarak karar alabiliyoruz? 

Birçoğumuz kendimize baktığımızda şunu görüyoruz ki, bizi yöneten aslında inançlarımız ve bu inançların da birçoğu katı kalıplar haline gelmiş durumda. 

Oysaki inançlar, imana dönüşmek için bizim ödünç aldığımız fikirlerimiz olmalı. Yani, evet bizim belli bir zaman boyunca inanmaya ihtiyacımız var, sonrasında imana dönüştürmek için…

Biz bir şeye inanmak, ikna edilmek için burada değiliz. Bu inandıklarımızı asıl olan alana, imana taşımak için buradayız.

Peki öyleyse iman nedir? 

İmanın ne olduğunu anladığımız zaman, hayatımız ile ilgili çok önemli bir bilgiye sahip olacağız. Çünkü birçok sistem insanların imanlarını sömürmek üzere kurulmuştur.

Dünyadaki bütün büyük öğretiler aslında herbirimizin imanını geliştirebilmek üzere gelmiştir.

Bazı kişilerinse sadece inanmaya ihtiyacı vardır. Bu inanma ihtiyaçlarının arkasında korku ve endişe alanlarına yatkınlık ve dışarıdan yönlendirilme yatarken, yalnızca talep edenler, o ikna edilmiş zihnin tutsaklığından çıkacaktır. Uyanışa özgürleşmeye talebi olan bir insan farkındalıkları ile içeriye doğru yönelmeye, kalbinden kendine doğru yolları açmaya başlar. 

Öyleyse biz kendimizden kendimize yolu açabildiğimizde şah damarımızdan daha yakını, kalbimizden bize sesleneni duymaya başlarız. İşte bu sesi duymayanda ya da duyduğundan eminliği az olanda iman zayıflığı, duyduğundan emin olandaysa bu eminlikle bir iman hali oluşur. Bu hal ile de hayatındaki güzellikleri ve tatları görmeye ve seyre geçmeye başlar.

Aslında iman her birimiz için, müthiş bir konfor alanıdır, ruhumuzun konfor alanı… Her birimizin varlığı bu nedenle imana akmak, iman ile buluşmak istiyor.

İman etmenin ilk adımı, korunduğumuza, korunacağımıza inanmaktır. 

Bize bu hayatı veren, istediği zaman zaten alır. Sen dünyada kendi gücünle bir saniye bile kalamazsın ama aynı zamanda burada kalman gerekirken de istediğin zaman gidemezsin.

Hayatla barışabilmek için önce ölümle barışacağız. Ölümle barışamadığımızda, sanki hiç gelmeyecekmiş gibi hayatımızdan çıkarmaya çalıştığımızda hayatla ve doğumla da barışamıyoruz. 

Biz bu dünyaya ölmeye ve ölümü öğrenmeye geldik. Eninde sonunda hepimiz öleceğiz, iş ölümden kaçmak değildir. Bırakmaya ne kadar cesursak almaya da o kadar cesur oluruz. Bilmiyoruz ki yeni ne verilecek… 

Özünün bir planı var, ondan emin ol. O plan her birimizi koruyacak. 

Sistem, imana gelmeyenlere öncelikle bol bol ölüm seyrettirir. Ağaçların canlıların insanların ölümü... Bu ölümleri görmek ve seyretmek, başta can olmak üzere birçok şeyin bırakılması, bazen zorla elimizden alınması, insanlara imanı hatırlatır. Bu sert bir bilgidir.

Elinde hiçbir şey yokken de 'bak sen yine varsın ve yine korunur, kucaklanırsın' demektir bu. 

Kuşlara bakın… Onların sadece üzerlerinde tüyleri var ve her gün yemekleri önlerine konuluyor, bütün doğa onları besliyor. 

Öyleyse bu hayatla yaptığın anlaşmalarını hatırlayarak, karanlıkta kaldığında, birçok şeyin elinden alındığında bile, Bir Olan’a güvenerek, O’nun seni koruyacağına eminlikle huzurun içerisinde olabilir misin? O karanlık bitene kadar, o halin içerisinde eminlik ve şükür ile kalabilir misin?

Yoksa kızıp, isyan edip, acaba beni sevmiyor mu diye Yaradan’a alınganlık mı yaparsın?

Evet bizim çok ileri akıl, zeka, duyu ve duyu ötesi sistemlerimiz var. Birçok şeyi görebilir, algılayabilir birçok yapay zekalara zeka verebiliriz ama ötesi de var. Ya görmediğimiz, algılayamadıklarımız… Bir duvarın, bir perdenin arkasında olanlar?

Kalbinle duvarların ardının bile titreşimini okuyarak, saklananın ne olduğunu bilerek, onu alabilmek için eminlikle elini uzatabilir misin? Ya da ondan kendini koruyabilir misin? 

Yüreğimizi, kalbimizi açmıyorsak 'Bir Olan'a, bize bütün bu gücü ve hayatı emanet edene teslim olmuyor, direniyor, onunla kavga ediyorsak, işte o zaman davet edilen, çeşitli canlıların ve hatta insanların ölümünü ya da farklı noktalarda bıraktırılış hallerini seyretmek durumunda kalabiliyoruz.

Önümüzdeki dönemlerde, dünyadaki imanın zayıflığı ile birlikte birçok kişiye bambaşka şeyler seyrettirilirken bizler iman edebildiğimiz ölçüde o korumanın içinde olacağız. 

Her birimizin duyguları ve düşünceleri birer titreşim ve bu titreşimler, maddenin içindeki boşluğu dolduran ve onu hareket ettirip, aynı zamanda kristalleştirerek hayata geçiren, maddeselleştiren ve maddede tezahür ettirenlerdir. 

Sen korunmadığını inanıyorsan endişelerin korkuların, öfkelerin, kızgınlıkların varsa, bu enerjiler benzer benzeri çeker ilkesiyle sana bu tip frekansları vermek durumundadır.

Oysa ki anbean fırsatta var dönüştürmenin yolu da var. Hepimiz çok yoğun bir enerjinin, kaosun içinde kalsak bile çok müthiş bir koruma ile orada da korunabiliriz, seyirde, el üzerinde taşınabiliriz.

Biz nerede 'Bir Olan'ın yolundan çıkıyorsak orada dışarıdan bir darbe almak durumunda kalırken, ne kadar kendi hayatımızın merkezine, kendi merkezimize gelebiliyorsak, o çemberin ortasından ayrımcılığı ya da yargılamayı bırakarak, hayatı gerçekten tam bir iman hali ile seyredebiliyorsak emin olun ki bu fırtınaların içerisinde müthiş bir sakinlik içerisinde oluruz. Ruhumuzda ve duygumuzda bunu yaşarız. 

Dışarıda bir sürü şey olabilir, önemli olan gönlündeki durum ne? İçerideki huzurun ne kadar? Gözlerinin içine baktığında, orada ne kadar sevinci neşeyi huzuru mutluluğu görüyorsun. Ne kadar ilahi aşkı görüyorsun? Orada ne kadar sevgi coşuyor? İşte o sevgi, eğer seviyorsan, imandan. Sevemiyorsan iman eksikliğin var. O zaman inanmaya ihtiyacın var. Senin daha bir müddet ikna edilerek inanmaya, inandığını savunmaya ihtiyacın var. Burada önemli bir konu devreye giriyor. Bir insanın imanı zayıfsa, inanmaya ihtiyacı olduğunda, imanını sömürtmeye başlıyor.

Endişeye korkuya kapılıp içerdeki o bir olana imanı kaybettiğin anda başkalarının eline düşüyorsun. Oysaki güveneceğin bir tane yer olduğunu biliyorsun. 

Her biriniz biliyorsunuz, iman, her birimizin ortak anlayışı ve gitmesi gereken buluşma noktası…

Vaktiyle orada buluşalım…

Sevgilerimle…

Bu yazı toplam 24052 defa okunmuştur.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 1971-2023 Dersim Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0 (428) 212 10 16 | Faks : 0 (428) 212 10 16 | Haber Scripti: CM Bilişim