Son haftalarda Dersim gündemi kamuoyundan hiç düşmedi. Tartışma programları ve gazeteler her gün Dersim konusunu işliyor. Burjuva siyasetçilerde Dersim’i dillerinden hiç düşürmedi. Hatta Dersim üzerinden düelloya bile giriştiler. İşte bu yüzden, Kılıçdaroğlu’nun cenaze gündemiyle gelişini de sayarsak, Dersim son bir haftada üç parti liderine ev sahipliği yapmak zorunda kaldı. Her üç partide Dersim’in özünü yok etmek isteyenlerden.
Dersim toplumu yapısı itibariyle Türkiye ve Kürdistan’ın gözü konumunda. Dersim üzerinden verilen mesajlar, birçok yöne gitmektedir. Aleviliği, solcuğu, demokratlığı, Kürtlüğü bağrında barındırdığı için Dersim’den verilecek her mesaj Türkiye ve Kürdistan’daki Alevilere, solculara, demokratlara ve Kürtlere ulaşmaktadır. Bu nedenledir ki burjuva siyasetçiler her seçim dönemi yaklaştığından Dersim’in “önemini” anlamaktadırlar.
Devlet ağzı her istediklerinde Dersim’i dillerine dolayabilecekler mi? Bu kadar basit mi her şey? Dersimliler yaşanan gelişmeler karşısından seyirci mi kalıyor? Elbette ki hayır. Tarihinden günümüze kadar Dersim, her daim direnişçi ruhunu hep korumuştur. Hiç bir zaman Yezid’e boyun eğmemiştir. Dersim’in, özelde Kürdistan’ın diğer yerlerinde yaşayan halk için ayrı bir öneme mazhar olması, onun direniş ve isyanla özdeşleşmesinden kaynaklanmaktadır. Koçgîrî halk hareketi önderlerinden ve daha sonra Dêrsim direnişi önder kadrolarından Alîşêr Efendi bir beyitinde Dersim’i şöyle betimlemektedir: “Seyran edin, Sultan Bağını ne hoş çiçekleri gülü Dêrsim. Aslanlar yurdudur Dêrsim, tilkiler giremez. Evliyalar gülüdür, zalımlar giremez”. Söz konusu betimlemede Alevilikte var olan “yoldan düşme ya da düşkün” kavramlarından da yola çıkarak, ehli cem olmayanların Dersim’e giremeyeceğini ifade etmeye çalıştığı açık bir şekilde görülmektedir. İşte bu yüzdendir Davutoğlu ve Bahçeli gibi düşkünlerin Dersim’e sokulmak istenmemeleri.
Oldu-bitti özür
AKP iktidarı yarım yamalak bir özürle yaşanan bunca vahşetin üstünü kapatacağını düşünüyor. Tarihte kendi katliamıyla yüzleşen en geri bir devlette bile görülmemiş bir durumdur. Davutoğlu Dersim ziyaretinde Seyid Rıza’yı övüp duracak ama katledilen Seyid Rıza ve bütün seyidlerimizin naaşlarının bulunduğu yerleri devlet arşivlerinde bilindiği halde açıklamayacak. Zorunlu din dersleri ile Sünni inancı çocuklarımıza dayatılacak. Kırmancki dilimiz dünya da yok olmaya yüz tutmuş diller arasına girmiş durumda olmasına rağmen dilimiz hiçbir yerde tanınıp geliştirilmeyecek. Barajlar ile doğamız bir bütün yok edilecek, kutsal yerlerimiz sular altında bırakılacak sonra da biz özür diledim, oldu-bitti olacak. Devlet, Dersim soykırımı ile esaslı bir yüzleşme sürecine girmek zorundadır. Bu sorun sadece üstün körü bir özürle geçiştirilecek bir durum değildir asla.
Dersim isyan değil, soykırım
Bütün burjuva siyasi çekişmeleri bir kenara koyarsak tarih bilgisinden yoksun Devlet Bahçeli “1937-38 de Tunceli’de baş gösteren hadiseler bir isyandır. Bu isyana karışanlar da devrin bölücü teröristleridir.” demiştir. Birazcık olsun tarih okusa, Dersim’in bir isyan olmadığını düpedüz gelecek için tehdit olarak görülen Dersimlileri yok etmek için planladıkları bir soykırım olduğunu bilirdi. 70 bin kefensiz insanımızın katledildiğini, hamile kadınlarımızın karınlarının deşildiğini, mağaralara sığınan insanlarımıza zehirli gaz atıldığını, Dersim’in kayıp kızları gerçeğini bilirdi. Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Roma Statüsü'ne göre soykırımın tanımını maddeler halinde yapmaktadır. Bu maddelere göre soykırım, (A)bir milletin, etnik, dini bir grubun veya bir ırkın tamamını veya bir bölümünü yok etmek amaçlı yapılan davranışlardır; (1) Grup üyelerini öldürmek;(2) Grup üyelerine ciddi fiziki veya zihinsel zarar vermek;(3) Grup üyelerini bilerek tamamen ya da kısmen fiziksel yok oluşa götürecek yaşam şartlarına tabi tutmak;(4) Gruptaki doğumları kasıtlı olarak engellemek;(5) Grubun çocuklarını zorla başka bir gruba transfer etmek. Bu maddelerin hepsi Dersim’de yaşanan vahşete uymaktadır. En çarpıcı olanlardan 5. maddedeki yüzlerce kız çocuğumuzun Türk ve Sünni ailelere verildiği artık bilinen aleni bir gerçeklik olmuştur. “Beni çocuğumdan önce asın” diyen Seyid Rıza’mızın son talebi bile yerine getirilmemiştir. ’37 ve ‘38’de akıllara zarar bir vahşet yaşanmıştır. Bu vahşeti görmeyen ırkçı Bahçeli, değerlerimize küfür ederek küstahça Dersim’e gelmek istemiştir. Ancak Dersimlilerin ortaya koydukları büyük direniş ile apar topar 45 dakikada bitirmiştir. Ve tam anlamıyla bir orduyla korunan Bahçeli, bacakları titreyerek adeta Dersim’den kaçmıştır.
Yaşanan tüm bu atmosferde yiğit Dersimliler zamanı ve yeri geldiğinde üzerlerine düşen direniş ruhunu hep oynamıştır ve oynayacaktır. Onların gazları, copları, bombaları, silahları varsa bizim de Seyid Rızalarımız, Alişerlerimiz, Beselerimiz, Mazlum Doğanlarımız, Adil Canlarımız, Sakine Cansızlarımız, Hasan Ocaklarımız vardır. Yürekleri büyük gençlerimiz, kadınlarımız vardır. Er ya da geç Devlet bu soykırım ile yüzleşecektir.
MUSTAFA NACİ TOPER
[email protected]