• BIST 8860.3
  • Altın 2923.448
  • Dolar 34.2561
  • Euro 37.4046
  • İstanbul 16 °C
  • Ankara 14 °C
  • Tunceli 16 °C

Aşk Eski Bir Yalan mı?

Prof.Dr.Uğur Batı

Prof.Dr. Tayfun Uzbay, ülkemizin en değerli ve evrensel bilim insanlarından biri. Tıbbi farmakoloji alanında gerçekleştirdiği çalışmalarla alana ışık tutan ve yazdığı çok değerli kitaplara “okumayı” fazlasıyla hak eden bir yazar aynı zamanda. Tayfun Hocam’dan söz ederken kendisine ve gıyabında hep “okurun bol olsun” derim. En nihayetinde bu dileğimi buradaki, Onedio Yazio’daki köşeme taşımaya karar verdim ve kendisinin izni ve katkısıyla bir dizi halinde Hocam’ın son kitabı ve arka kapağını yazmaktan gurur duyduğum İnsanlar ve Yanılgılar kitabından bazı bölümleri sizle paylaşmaya başlıyorum.

Prof. Dr. Tayfun Uzbay İnsanlar ve Yanılgılar kitabı ile bu yanılgıların sebeplerini; yanılgıların nöropsikolojisini, nörobiyolojisini ve nörokimyayasalını ele alıyor.
Kitabın arka kapağında yaptığım yorumda; “Ülkemizde bilim dünyasının en önemli figürlerinden olan Tayfun Uzbay Hoca’nın aşkta, bilimde, özgüvende, zihnimizde, belleğimizde, sebeplerde ve sonuçlarda nasıl yanıldığımızı gösteren bu eşsiz kitabı, tam da ihtiyaç olan bir zamanda ‘zamanın ruhunu’ bize açık eyliyor, iyi ki de yapıyor, iyi yapıyor' demiştim. Şimdi de bu yazıda noktasına virgülüne dokunmadan Tayfun Hoca’nın İnsanlar ve Yanılgılar kitabından Aşk ve yalanlar konusu ile ilgili bir kısmı sizinle paylaşacağım, bence iyi de yapacağım.

Aşk yanılgısını daha iyi anlayabilmek için aşkı ve onun tamamlayıcısı olan insanın cinsel motivasyonunu ayrı ayrı analiz ederek her ikisinin de gerçekte ne olduğunu ne işe yaradığını ve birbirleri ile ilişkisinin ne olduğunu açıklamaya çalışacağım.

Harvard Üniversitesi’nden Pulitzer Ödülü almış ünlü tarihçi, yazar ve hukukçu Louis Menand’ın dediği gibi Yaşam her bakımdan, kelimenin tam anlamıyla biyolojik bir temele sahiptir; biyolojik olarak mümkün olamayan hiçbir şey var olamaz. İnsan yaşamının olağan akışında yer alan kavramların biyolojik bir temeli olduğu ve biyolojik temele sahip olmayan hiçbir şeyin var olmayacağı gerçeği sadece fen bilimciler tarafından değil Menand gibi önemli sosyal bilimciler tarafından da ifade ediliyor. 

Olaya biyolojik zeminde baktığımızda asıl olan cinsel motivasyondur. Bu olmadan tek başına aşk insan hayatının sürdürülmesi ve türün devamı için hiçbir anlam ifade etmez. Su ve yiyecek gibi seks de biyolojik bir ihtiyaca yönelik olmazsa olmazlardan biridir. Ancak aşk da biyolojik zemini olmayan bir duygu değildir. Aşkın da bir biyolojisi vardır ve tarih boyunca filozoflar, yazarlar ve bilimciler tarafından didik didik edilmiş, edebiyatın ve bilimin üzerine en çok kafa yorduğu konulardan biri olmuştur. İnternetteki arama motorlarına “aşkın nörobiyolojisi” yazarsanız karşınıza 10 binden fazla makale, konferans içeriği, bilim haberi ve video gelir. Bunların çoğunun tanınmış bilimciler tarafından oluşturulduğunu da belirtmeliyim. Yani çoğu güvenilir kaynaklar. 

Aşkın beyinde oluşan bir duygu olduğu konusunda günümüz bilimcileri hemfikir. Her ne kadar antik çağ filozofu Aristotales’in aşkın insan vücudundaki merkez üssünün kalp olduğuna dair söylemi günümüz toplumunda hala kabul görse de Hipokrat ve Galenos gibi Aristotales’i izleyen bilimcilerden bu yana aşkın da diğer birçok duygu gibi beyinde başladığını biliyoruz. Ancak beynin tüm duygu ve düşünce süreçlerini sağlıklı bir şekilde oluşturabilmesi için tüm vücuda olduğu gibi beyine de ihtiyacı olan kanı kan pompalayan kalbin önemi göz ardı edilemez. Kalp aşkın oluştuğu yer olmasa da aşkın oluşabilmesi için beynin kalbin desteğine ihtiyacı vardır. Aşkın beyinde ortaya çıkış süreçleri ile ilişkili nörobiyolojiye dayalı bilgilerimiz beynin bugüne kadar aydınlatılabilmiş işlevleri kadardır.

Aşkın oluştuğu yer tüm duygu ve dürtülere ev sahipliği yapan beynin evrimsel gelişim süreci bakımından daha yeni olan kabuk bölgesi altında kalan limbik sistemdir.

Limbik sistemde ortaya çıkan dürtünün isimlendirilmesi ve realize edilerek davranışımıza yansıması ön alın lobunun kontrolünde gerçekleşir. Limbik sistem ile beyin kabuğu arasında uzanan mezokortikolimbik yolak denilen beyin bağlantısı yoğun yaşanan başka duygularda olduğu gibi aşkın ortaya çıkmasında ve sürdürülmesinde de önemli bir katkıya sahip olmalıdır. Bu yolakta ve beynin başka bölgelerinde salgılanan oksitosin gibi peptid yapılı ve noradrenalin, serotonin ve dopamin gibi monoaminler aşk duygusunun ortaya çıkmasına aracılık eden bilinen nörokimyasallardır. Ancak bunların hiçbiri birilerinin bilerek veya bilmeyerek söylediği gibi tek başına aşka özel veya aşkın beyindeki özgül salgısı değildir. Ayrıca bu kimyasal ileticiler sadece aşk ile değil motivasyon ve aktivite gerektiren birçok duygu ve davranış ile de ilişkilidir. Bu ileticilerin fazla veya eksik salıverilmesi duygu ve düşünce süreçlerini bozarak depresyon ve anksiyete gibi bazı psikiyatrik sorunlara neden olur. Bazı değerlendirmelere göre tutkulu ve coşkulu yaşanan aşk da gerçekte normal duygu durumunda bir bozulmadır. Tam da bu nedenle tutkulu aşk eskiden beri psikiyatrik bir bozukluk olarak da değerlendirilmiştir. 

İntihar nörobiyolojik zemini hala tam olarak anlaşılamamış önemli psikiyatrik bozukluklardan biridir. Kavuşamama veya ayrılıkla sonuçlanan tutkulu aşklarda intihar riskinin arttığı ortaya konmuştur. ,   Hintli hekim Najabuddin Unhammad 1222 yılında 7 tür psikiyatrik bozukluk tanımlamıştır. Bunlardan bir tanesi “aşk yanılsaması” (delusion of love)’dır.  Unhammand aşkı şizofrenide gözlenen ve delüzyon denilen gerçekten kopuk davranış kalıbı içinde değerlendirmiştir ki bu konuda yalnız değildir. Yoğun duygularla yaşanan tutkulu ve coşkulu aşk bazen “manik” dediğimiz abartılı coşkuyla yaşanan bir şekle dönüşerek psikiyatristlerin müdahil olmasını gerektirecek ölçüde kişinin kendisine ya da başkalarına zarar vermesine yol açabilecek boyutlara ulaşabilir. Karşılıksız, imkânsız ya da kavuşmaya ciddi engelleri olan aşkların çiftlerin ruh sağlığını bozması en azından melankolik, kederli ve depresif yapması da beklenen bir durumdur. Arabesk müziğin, yanık türkülerin, şiirlerin veya edebiyatta acıklı aşk hikâyelerini konu eden eserlerin dile getirdiği şey çekilen acının dışa vurulmasıdır. Duyguları besteye, şiire ve kitaba dökme aynı zamanda önemli bir tedavi yoludur. Belki de birçok ünlü besteci, şair ve yazar bu şekilde ruh sağlığını koruyarak muhteşem eserler ortaya çıkarmışlardır. Aşkın platonik bir yaklaşımla yaşanması belki ruh sağlığını korumaya ve daha verimli bir günlük yaşama yardımcı olabilir. 

Aşk daha önce birbiri ile hiç tanışmayan iki kişinin ilk iletişim kurdukları anda aralarında oluşan ilginç bir “elektriklenme” ile başlar ve çift birbirine büyük bir istek ve coşku ile bağlanır. Bu iki karşı cins arasındaki “hoşlanma” hissinden çok daha fazlasıdır. Aşkı tarif etmek için oluşan coşkulu hissiyatı en iyi anlatabilecek kelime belki “çarpılma” olabilir. Aşk bir duygu durumunun davranışa yansımış halidir ve diğer davranışa yansıyan duygu durumları gibi beyinde oluşur ve beyin tarafından kontrol edilir. Sevgiliyi görünce yaşanan ve en fazla kalpte hissedilen heyecan başta olmak üzere göz bebeklerinden, tükürük bezlerine hatta mide ve bağırsak sistemine kadar ortaya çıkan çeşitli etkiler ve hormonlardaki değişiklikler beyinde olan bitenlerin diğer bölgelere yansımasından başka bir şey değildir. Yani aşk beyinde başlar. Nasıl yaşanacağına beyinde karar verilir ve beyinde biter.

Beyinde ne oluyor da insanlar âşık oluyor?

Aşk beyinde hangi değişiklikleri yapıyor? Bir adam veya kadın neden daha mantıklı ve uygun seçenekler varken olmayacak kişilere olmayacak koşullarda âşık oluyor? İmkânsız olduğu bilinse de aşk neden hala büyük bir coşku ile tek taraflı da olsa devam edebiliyor? Neden çok büyük bir duygu yoğunluğu ve coşku ile başlayan bazı aşklar kısa sürede tamamen sönümlenip yok oluyor? Beyinde özel bir aşk hissiyatını harekete geçiren bölge ya da aşkı tetikleyen bir açma-kapama düğmesi var mı? Aşk ile ilişkili olarak en çok sorulan, üzerinde tartışılan ve yanıtı aranan sorular bunlardır. 

Aşk beynin ürettiği bir duygu durumu faaliyeti olarak davranışsal nörobilim alanının inceleme konusudur. Aşk ve beyin ilişkisi aynı zamanda ilgi çekici popüler bir konudur. Bu nedenle bu ilişki ilgili ilgisiz birçok yazarın eserine konu olmuştur. Piyasada bu ilişkiyi değerlendiren birçok kitap, internet sitelerinde birçok yazı ve video konuşması bulabilirsiniz. Ne yazık ki bunların büyük çoğunluğu kesin olmayan, yanıltıcı bilgilere dayalı spekülatif çıkarımlar içeriyor.   Ciddi davranış ve sinir bilimcilerinin aşkın beyindeki işleyiş biçiminin biyolojik temelleri üzerine yaptığı çalışmaları incelemek üzere akademik veri tabanlarına başvurduğumda beklediğimin aksine oldukça az sayıda veri ile karşılaştım. Örneğin, bir anahtar kelime olarak aşkın nörobiyolojisini girdiğimde sadece 10 adet makaleye ulaşabildim. İşin davranış boyutunu araştırırsanız çok fazla sayıda veriye ulaşmak mümkün. Mevcut verileri değerlendirdiğimde âşık beyinde yapısal (nöroanatomik) ve biyolojik (nöronlar arası bağlantısallık ve nörokimyasal ileticiler) düzeyde ortaya çıkan değişiklikler ve bunları âşık olmayanların beyin işlevleri ile karşılaştıran, kanıta dayalı bir fikir beyan edilebilecek yeterli düzeyde çalışma olmadığını gördüm. Bazı sınırlı incelemelerin ilgi çekici sonuçlarının ise ilgili ya da ilgisiz kişilerce speküle edilerek popülerleşmesi söz konusu.

Kır sıçanı ile çayır sıçanı üzerinde yapılan araştırmalar sırasında ilginç bir sonuç elde edilmiştir.

Tüm memelilerin yaklaşık olarak sadece %3’ü tekeşli bir yaşam sürer. Memelilerin büyük çoğunluğunda çokeşli bir yaşam söz konusudur. Kır sıçanı bütün hayatı boyunca aynı eşe sadık kalan ve karşı cinsten başka biri ile asla ilişkiye girmeyen azınlık memelilerden biri olarak tarif edilmiştir. Çayır sıçanı ise aksine üreme alışkanları bakımından hiç seçici değildir ve çok eşli bir yaşam sürdüğü iddia edilir. Yapılan çalışmalarda tek eşli kır sıçanının oksitosin düzeyleri çayır sıçanından yüksek bulunmuştur. ,  Bu çalışmalardan doğrudan oksitosinin âşık olma veya evlilikte tek eşli sadakatli bir yaşam sürme ile ilişkisine dair herhangi bir çıkarım yapılmamıştır. Memeli bir hayvan türünün kendisine çok benzeyen başka bir türden farklı bir cinsel yaşam sürmesi önemli bir ayrıntı olsa da bunu tek başına oksitosin yüksekliği ile açıklayabilmek, hatta insanlara uyarlayabilmek için daha fazla ve farklı açılardan bunu teyit eden veriye ihtiyaç vardır. Bilimciler doğrudan böyle bir çıkarımda bulunmasa da bazıları bu çalışmanın sonuçlarına dayanarak oksitosini aşk ve sadakat hormonu ilan etti. Konu medyanın da sevdiği bir şekilde ele alınarak magazinleştirilip bir hayli gazete haberine, videoya ve televizyon programına konu oldu. Eşini aldatanlarda oksitosin düzeyinin düşük olduğu, oksitosin düzeyleri yüksek olanların eşlerini aldatmayacakları ve oksitosin takviyesinin sönmeye yüz tutmuş heyecanları yeniden alevlendirerek heyecanını kaybetmiş evliliklere yeni bir heyecan getireceği iddiaları oldukça itibar gördü. Oksitosinden evliliği kurtarmak veya aldatmanın önüne geçmek için faydalanmak isteyenler için kötü haber burada henüz kanıta dayalı bir bilimsel bilgiye sahip olmadığımız. Dahası, tek eşliliğin biyolojisi üzerine çalışmalara yıllarını veren Sue Carter ve Lowell Getz gibi davranışsal nörobiyologlar kafaları karıştıracak başka ilginç çıkarımlarda bulundular. Kır sıçanlarının yaşam boyu sadece bir partnerle ilişkiye girmediklerini, başkaları ile de ilişkiye girdiklerini ancak sürekli birlikte oturup ikamet ettikleri bir partner seçtiklerini iddia ettiler.  Bu iddialar doğru ise ki, bahse konu araştırmacılar alanında oldukça yetkindir, oksitosinin tek eşlilikten ziyade “birlikte yaşama” ya da “yuvaya sadakat” ile ilişkili bir eleman olduğu çıkarımını yapmak daha doğru olabilir. Oksitosin yüksekliği çiftler arasında başka partnerlerle ilişki kurulmayacağı anlamına gelmez. Düşüklüğü ise çiftlerin belki birlikte yaşamaktan sıkıldıklarına işaret edebilir. 

Yapılan çalışmalarda tek eşli sıçanlarda sadece oksitosin değil bir başka nöropeptid olan vazopressinin de beyinde oksitosine benzer etkiler oluşturduğu ifade edilmiştir. ,  Doğum sırasında salgılanan oksitosinin doğumu kolaylaştırıcı ve doğum sonrasında süt salgısının ortaya çıkmasında rolü vardır. Anne ile bebek arasındaki müthiş iletişime de ciddi bir katkı sunar. Hem oksitosin hem de vazopresinin sosyalleşme, duygudaşlık (empati) yapma, bir şeyleri paylaşma gibi konularda katkısı olduğuna işaret eden birçok çalışma vardır ve bilimciler her iki nöropeptidin insanlarda sıcak sosyal davranışlar ve güven duygusunda önemli bir rolü olabileceği konusunda hemfikirdir. Oksitosin düzeylerinin yüksekliği aşırı bir güven duygusuna ve ilişki kurduğunuz kişinin size ters gelebilecek bazı özelliklerini görmezden gelmenize ya da görememenize neden olabilir. Örneğin, aşırı oksitosin etkisi altında yeterince tanımadığınız birine rahatça borç para verebilir, o kişinin bazı yalanlarına kolayca inanabilir ve zarar görebilirsiniz. Belki de “aşkın gözü kördür” sözü buradan geliyordur. Birbirine büyük bir arzu ve tutku ile bağlanan iki âşık arasındaki bağlanmayı da aynı anne ve bebek ilişkisindeki gibi oksitosinin sağlaması mümkündür. Oksitosin düzeylerinin normale gelmesi ile başlangıçta görülemeyenler görünür hale gelip başlangıçta mantıklı gelen birçok şey, evlilik dâhil, mantıksız gelmeye başlayabilir. Bunlar akla yatkın çıkarımlar, ancak kesin konuşabilmek için coşkulu başlayan birlikteliklerin öncesi, sonrası ve hayal kırıklığı ile sonuçlandığı anlara ait çiftlerin oksitosin düzeylerine ait veriler olmalı. Ben epeyce araştırmama rağmen böyle bir çalışma bulamadım. Keşke olsaydı. Ayrıca oksitosinin aşkı başlatan mı, sürdüren mi ya da her iki süreci de etkileyen mi olduğu konusu da belirsizdir. Bunun hakkında kesin konuşabilmek için de âşık çiftlere ait süreç içinde elde edilmiş oksitosin verilerine ihtiyacımız var. Uzun lafın kısası oksitosini tek başına “aşk hormonu” ilan edebilmek için gerçek anlamda âşık olmuş insanlardan elde edilmiş güvenilir verilere sahip değiliz.

Semir Zeki Türkiye’de doğup büyümüş, halen İngiltere’de, Londra Üniversitesi’nde (UCL) çalışmış görsel beyin ve sinir-duyu (neurosense) alanlarında uzmanlaşmış Türk asıllı bir İngiliz nörobiyologdur.

Beynin birçok görsel alanının renk, hareket ve biçim gibi farklı görsel nitelikler için işlevsel özelliklerini açıklamasının yanı sıra beyin görüntüleme yöntemlerini kullanarak aşk, güzellik ve nefret gibi öznel bilişsel durumların sinirsel bağlantıları ile ilgili önemli çalışmalar yapmış ve yayımlamıştır. Aşk-beyin ilişkisinin biyolojik zeminde incelenmesine yönelik dikkate değer önemli kaynaklar literatüre Semir Zeki tarafından sunulmuştur.  

Semir Zeki, işlevsel manyetik rezonans beyin görüntüleme tekniği (fMRI) ile birbirlerine derin aşk duyguları ile bağlı olan 17 çiftin birbirlerinin resmine bakarken beyinlerindeki aktiviteyi değerlendiren bir çalışma yaptı. Elde edilen sonuçları benzer yaş, cinsiyet ve arkadaşlık süresine sahip aralarında aşk ilişkisi olmayanlarınkinden elde edilen aktivite ile karşılaştırdı. Beynin korteks (kabuk) dediğimiz üst kısımları ile korteks altında yer alan limbik yapıları arasında âşık olanlarda bağlantısal olarak normal arkadaşlığa göre daha farklı bir aktivite gözlendi. Gözlenen aktivite başka duygu çalışmalarından da farklıydı ve bu âşık olanlarda diğer duygulardan farklı bir beyin bağlantısının ve aktive olma derecesinin varlığına işaret ediyordu. 

Gerçekte tüm bilinçli duygu durumu faaliyetleri limbik sistem ile beyin kabuğu arasındaki bağlantılar ve çeşitli nörokimyasallar aracılığı ile sağlanan iletişim ile yürür. Tüm duygu ve dürtülerin merkezi limbik sistemdir. Limbik istemden gelen dürtüsel motivasyonun davranışa dönüşüp dönüşmemesi ile ilişkili iradi karar beyin kabuğunun alnın arkasına tekabül eden ön bölümünde gerçekleşir. Korku, öfke, hüzün, coşku ve haz gibi duygular bu şekilde çeşitli davranışlar ile ifade edilir. Korkup kaçarsınız, öfkelenip kavga edebilirsiniz, hüzünlenip ağlarsınız ya da çikolata veya dondurma yerken keyif alırsınız. Karşı cins ile hüzün ve keyif ekseninde yaşadığınız duygular ve bunların davranış ile ifade edilmesi aynı düzenek ile ortaya çıkar. Sadece uyarılan beyin bölgeleri arasında duygulanımın türüne göre değişen farklı limbik alanların uyarılması söz konusu olabilir. Korku ve öfke hissinde amigdalanın, keyif alırken akumbens çekirdeğinin, utanırken insulanın uyarılması gibi. 

Semir Zeki’nin çalışmasında limbik sistem ile beynin ön kabuk bölgesi arasında diğer duygulardan daha farklı bir bağlantı ve aktivite görülmesi de beklenen bir sonuçtur. Önemli olan bunun aşka benzer başka coşkulu duygulara göre bir farklılık veya ayrıcalık sergileyip sergilememesidir. Haz duygusu ve aşerme düzeyinde coşkulu bir özlem (craving) bağımlılıklarda bağımlı olunan madde veya nesneye karşı da ortaya çıkar. Bazı değerlendirmelere göre aşk bir bağımlılık türüdür ve psikiyatride tanımlanan bağımlılıklara benzer tutkulu ve takıntılı bir ilişkiye yol açabilir. 

……………

Prof. Dr. İsmail Tayfun Uzbay Kimdir?

1982 yılında İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden mezun oldu. Gülhane Askeri Tıp Fakültesi (GATA) Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı’nda 1992 yılında doktorasını tamamladı. Aynı bölümde 1995 yılında doçent, 2003 yılında profesör unvanını aldı. 1997-1999 yılları arasında ABD’de, University of North Texas ve İtalya’da University of Cagliari’de araştırıcı öğretim üyesi olarak çalıştı. 2003-2011 yılları arasında GATA Tıp Fakültesi, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı Başkanı, 2011-2013 yılları arasında GATA Yüksek Bilim Konseyi üyesi olarak görev yaptı. 2003-2012 yılları arasında TÜBİTAK Ulakbim Türk Tıp Dizini Kurulu üyeliği ve 2004-2012 yılları arasında Sağlık Bakanlığı Madde Bağımlılığı Tedavi Usulleri Bilim Komisyonu üyeliği görevlerini yürüttü. 2007-2016 yılları arası Türk Eczacıları Birliği (TEB), Eczacılık Akademisi Bilim Kurulu Üyesi, 2016-2019 yılları arasında Eczacılık Akademisi Başkanlığı görevini yürütmüştür. Halen T.C. Üsküdar Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Dâhili Bilimler Bölüm Başkanıdır. Ayrıca Nöropsikofarmakoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi (NPFUAM) müdürlüğü ve Rektör Danışmanlığı görevlerini de yürütmektedir. 43. Dönem (2021-2023) TEB Merkez Heyeti Üyesidir.

Kaynaklar

[1] Yaseen ZS ve ark., Love and suicide: the structure of the Affective Intensity Rating Scale (AIRS) and its relation to suicidal behavior. PLoS One 7(8): e44069, 2012.

[2] Love HA ve ark., Suicidal Risk Following the Termination of Romantic Relationships. Crisis 39(3): 166-174, 2018.

[3] Parkar SR ve ark., History of Psychiatry in India, J Postgraduate Med, 47(1): 62-65, 2001.

[4] Insel TR, L E Shapiro LE, Oxytocin receptor distribution reflects social organization in monogamous and polygamous voles. Proc Natl Acad Sci U S A, 89(13): 5981-5985, 1992.

[5] Olazábal DE, Sandberg NY. Variation in the density of oxytocin receptors in the brain as mechanism of adaptation to specific social and reproductive strategies. Gen Comp Endocrinol, 286: 113337, 2020.

[6] Bu konuda daha fazla bilgi için okuyabileceğiniz iki kaynak: Ryan C, Jetha C. Cinselliğin Şafağı. Çeviren: Ebru Erbaş, OkuyanUs Yayınevi, İstanbul, 2015, s. 177, 399-400 ve Carter CS, Getz LL. Monogamy and the prairie vole, Sci Am, 268(6): 100-106, 1993.

[7] Hammock EAD. Gene regulation as a modulator of social preference in voles. Adv Genet, 59: 107-127, 2007.

[8] Karaçay B. Âşık beyin. TÜBİTAK Bilim ve Teknik, Mayıs: 18-23, 2012.

[9] Bu konuda daha fazla bilgi almak isteyenler için Semir Zeki’nin konuyla ilgili önemli eserleri: Bartels A, Zeki S, The neural basis of romantic love. Neuroreport, 11(17): 3829-3834, 2000; Bartels A, Zeki S, The neural correlates of maternal and romantic love. Neuroimage, 21(3): 1155-1166, 2004; Zeki S, The neurobilogy of love. FEBS Letters 581: 2575–2579, 2007;

Bu yazı toplam 3149 defa okunmuştur.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 1971-2023 Dersim Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0 (428) 212 10 16 | Faks : 0 (428) 212 10 16 | Haber Scripti: CM Bilişim