• BIST 9716.77
  • Altın 2427.694
  • Dolar 32.5699
  • Euro 35.0032
  • İstanbul 16 °C
  • Ankara 20 °C
  • Tunceli 15 °C

Gündoğan “Vank’ın Çocukları”nı anlattı

Gündoğan “Vank’ın Çocukları”nı anlattı
1915’te sağ kalan Dersimli Ermenilerin 1937-38 Dersim Tertelesi’nde ve sonrasında yaşadıklarını anlatan, Nezahat Gündoğan’ın yönetmen koltuğunda oturduğu ‘Vank’ın Çocukları’ belgeseli izleyiciyle buluşmaya başladı.

‘Munzur Akmazsa’ (2004), “İki Tutam Saç-Dersim’in Kayıp Kızları” (2010) ve ‘Hay Way Zaman’ (2013) belgesel filmleriyle Dersim Katliamı tartışmalarına ilişkin farklı bir pencere açan Yönetmen Nezahat Gündoğan’ın dördüncü belgeseli olan “Vank’ın Çocukları”nın merkezinde, Dersim Halvori Surp Garabed Vank’ının (Aziz Garabed Manastırı), keşişi ve sülalesi yer alıyor.

1937’de bombalanana kadar bir ibadet mekânı olan Surp Garabed Vank, 1938’de tamamen yıkıldı, son keşiş öldürüldü. Gündoğan, hayatta kalabilen ve sürgün edilerek İstanbul, İzmir, Bolu, Konya ve Dersim’e giden bu son keşişin hayatta kalan sülalesinden çocukları ve onların torunlarının tanıklıklarını kayıt altına aldı.

Belgeselde, ülkenin farklı coğrafyalarına sürgün edilen Dersimli Ermenilerin Müslümanlaştırılması, Alevileşen çocukları ve torunlarının travmatik yaşamları, parçalanmış bellekleri, köklerini arama süreci ve Dersim’e yolculuğu anlatılıyor.

Gündoğan, “Vank’ın Çocukları”nın hayata geçmesinin beş yıl sürdüğünü belirterek, “Ülkemizde tarihsel gerçeklerin resmi ideoloji ve resmi tarih tarafından saklandığını, gizlendiğini, yok sayıldığını hepimiz biliyoruz.

Hakikatlerin peşine düşmek, ortaya çıkarmak çok uzun zaman gerektiriyor” diye konuştu. Gündoğan, şöyle devam etti: “Dersim tarihi üzerine çalışmaya karar verdiğimizde, Dersim’in heterojen yapısını biliyorduk; hem etnik hem inançsal anlamda halklar yurdu olduğunu biliyorduk. Tarih olarak da tek tanrılı dinler öncesine de uzanıyor. 1937- 38’i araştırırken, bu katliamda bu halklar neler yaşadı, işin bu yanına baktık.”

‘Ermeni kızın öyküsü kılavuz oldu’

Kazım Gündoğan imzalı, Ermenilere dair Ayrıntı Yayınların’dan çıkan “Keşiş’in Torunları” adlı kitabın belgeselin de içeriğini oluşturduğunu belirten Gündoğan, “Biz, Kayıp kızlara dair de araştırma yaparken, Dersimli bir kayıp Ermeni kızının bilgisine ulaşmış, görüşmüştük. 2011 yılıydı. Biz o kadının öyküsünden yola çıkarak “Vank’ın Çocukları”nı şekillendirmeye başladık. Onun kişisel öyküsünden yola çıkarak, onun köyüne doğru gittik, akrabaları ve geçmişine dair bir yolculuk belirledik. Akrabalarından birinci derecede tanık olan, yaşayan ve belgesele dahil olmak isteyen iki kadın vardı: Aslıhan Kiremitçiyan ve Sultan Demir... Onlarla röportaj yaptık” diye konuşuyor.

Gündoğan, Vank Köyü’nün özgünlüğünü şöyle anlatıyor:

“Dersim toprakları üzerinde Ermeniler çok sayıda eser, manastır, kilise yapmış. Ama 37-38’e kadar ayakta kalan ve işlevli olan tek manastır bu köyde. Bu köyün özelliği bu. Aslıhan’ın öyküsü, ailenin Ermeni kimliği, o köyde manastır oluşu, köyde yaşayanların hepsinin de manastırın keşişinin akrabaları oluşu bu köyü özgün kılıyor. Vank hem köyün adı hem de Ermenice manastır demek.”

Çalışmalarında, manastırın tarihsel sürecine dair bilgi edindiklerini belirten Gündoğan, “Manastırın pagan dönemine ait bir ibadet mekânı olduğunu tahmin ediyoruz. Onun dışında bu manastırın 1911’de çekilmiş, yani yıkılmamış haliyle fotoğrafı var. 1937’de bombalanmış, 1938’de de tamamen yıkılmış fotoğrafını gün yüzüne çıkardık. Diğer yanıyla manastır aynı zamanda Aleviler açısından da kutsal. Yani Dersim inançları açısından Ermeniler ve Aleviler, o Pagan döneminin ortak kültürünün izlerini taşıyorlar hâlâ... Ermeniler Aziz Garabed’in kolunun gömülü olduğuna, Aleviler ise Hz. Hüseyin’in parmağının gömülü olduğunu inandıkları için kutsal görüyor.”

 ‘Dönüş demek deşifre olmak demek’

Belgesel kapsamında yaptıkları röportajlar hakkında da bilgi veren Gündoğan, “10-15 kişilik bir insan grubu kurtuluyor katliamdan. Bunlar ya kaçanlar, ya tesadüfen yaralıların altında kalanlar ya da diğer köylülerin gelip kurtardığı insanlar. Ve kurtulanlar sürgüne gönderiliyorlar. Sonra da memleketlerine dönemiyorlar çünkü özellikle Ermeniler’de korku çok fazla. Tekrar dönüş büyük risk zira dönüş demek gerçek kimliklerinin daha da deşifre olması demek. Bulundukları yerde Sünnileştiriliyorlar ya da Alevileşiyorlar. Hatta bir aileden 3 kardeşten biri Alevileşiyor, biri Sünni, biri de tekrar Ermeni kimliğine dönüyor. Böyle gerçekliklerle de karşılaştık. Kardeş olmalarına rağmen her birinin nasıl savrulduğunu, nasıl köklerinden, geçmişlerinden koparıldığını görüyoruz.”

Günümüzde belgesel film yapmanın daha da zor bir uğraş haline geldiğini de söyleyen Nezahat Gündoğan, ancak yine de belgeselciliğin en gerekli olduğu dönemde yaşadığımıza dikkat çekiyor:

“Resmi bakışın, resmi tarihin, resmi ideolojinin dışında bir yerde durarak; yok sayılan, kapatılan, gizlenen ya da yasaklanan gerçekleri ortaya çıkarmak bugün daha anlamlı ve bir o kadar da zor. Yalnızca belgeseli çekmek değil, sonrasında göstermek de zor. Zaten Kültür Bakanlığı’nın barış isteyen bir belgeselciyseniz sizi desteğin dışında tuttuğu bir dönemdeyiz. Diğer yanıyla sansür meselesi de çok önemli; biz festivallere güveniyorduk ama onlar da otosansürle, sansürcü anlayışa hizmet ediyorlar. Yine de her süreç kendi araçlarını ve olanaklarını yaratıyor. Sabırla ve inatla devam diyoruz/edeceğiz.”

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
123456
Tüm Hakları Saklıdır © 1971-2023 Dersim Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0 (428) 212 10 16 | Faks : 0 (428) 212 10 16 | Haber Scripti: CM Bilişim