• BIST 9693.46
  • Altın 2496.161
  • Dolar 32.4971
  • Euro 34.5977
  • İstanbul 14 °C
  • Ankara 15 °C
  • Tunceli 26 °C

“Ben deli miyim?”

TÜLİN ŞAHİN

Toplumun genel yaklaşımında ön yargısal bir yapı olduğundan kaynaklı, sorunların çözümlenememesi ve içinden çıkılamaz bir hale dönemleri zarar verici bir sonuç olarak gözlemlenir. Maalesef toplum olarak ön yargılarımızın davranışlarımıza yansımasını engelleyemiyoruz. Bu yaklaşım ve davranışlar kültürel bir karakteristiğimiz haline gelmiştir. Bu değerlendirme kişisel değil, toplum psikolojisinin yansımasıdır. Ön yargıların verdiği zararlar çoğunlukla toplum içinde mevcuttur: mutsuzluk, güvensizlik, değersizlik, at gözlüğü ile bakma, gerçek ve doğrudan uzaklaşma, ikili ilişkilerde zorluklar, dedikodu, iftira, toplumsal baskı…

 

Ön yargının olumlu veya olumsuz olmasından ziyade, bu tarz bir değerlendirme biçiminin beyni körelttiğini ve zeka ile akıldan uzaklaştırdığını söylemek pek de yanlış olmayacaktır. Öyle ki durumları ve kişileri gerçeklerden kopuk bir şekilde değerlendirmeye yol açacaktır.

 

Toplumun ön yargılarından nasibini alan psikoloji, bir bilim dalı olarak daha gerçekçi değerlendirilmesi size zarar değil yarar sağlayacaktır. Bu ifademi bir örnekle şekillendirmek gerekirse, ön yargılı bir yaklaşım “ben deli miyim psikoloğa gideyim” cümlesi olacaktır. Bu ön yargı gerçekten ve doğrudan sizleri uzaklaştırarak yanlış değerlendirmelere yanlış davranışlara yol açacaktır. Elbette bu ön yargının temel taşları toplumun içinde küçük yaştan beri öğrendiklerimizden kaynaklıdır. Ancak bu yazıyı okuyor olmanız artık küçük ve çocuk olmadığınız anlamına gelmektedir. Özgür birer birey olarak doğruyu ve yanlışı değerlendirerek bir sonuca varmanız da öncelikle sizin menfaatinize olacaktır.

 

Bu ön yargı toplum içinde arkadaşları psikolog olarak değerlendirmenize neden olur, ancak "arkadaştan psikolog olsaydı ilaç kullanımı bu kadar artmazdı ve sorun içinde sorun doğmazdı" diyerek dikkatini çekmek isterim.

 

Kavramlara yüklediğimiz anlamlar, kişilere ve kendimize biçtiğimiz roller ve rollere yüklediğimiz fonksiyonlar hem hayatımızı hem ruhsal sağlığımızı belirler. Psikolojiye verilen değer ve psikologlara yüklenen fonksiyonlar maalesef hakkı ve gerçeği yansıtmamakta. “ben deli miyim psikoloğa gideyim” düşüncesi temelde yatan korkunuzu gerçekleştirir ve psikoloğa gidip terapi görmek yerine, psikiyatriste gidip ilaç almanızda önemli bir etken olur. Hatta bazen psikiyatriste gitmeden de kendi kendinize teşhis koyup, arkadaş tavsiyesi üzerine ilaç almanıza da neden olur. Maalesef “bayram şekeri” gibi dağıtılan anti depresanlar var olan sorunları daha da derinleştirebilir, yolunda gideni de rayından çıkarabilir!

 

Bu nedenle “ben deli miyim psikoloğa gideyim” düşüncesi tümüyle yanlıştır çünkü bir psikolog olarak toplumun deyimiyle “delilerle” terapi yapmıyorum çünkü yapamıyorum. Terapi yapabilmemiz için kişinin aklının yerinde olması ve gerçeklerden kopuk olmaması gerekir. Terapi mümkün olmadığı takdirde psikiyatriste yönlendirilir. Eğer “depresyondayım, takıntılarım var, yolunda gitmeyen bir şeyler var” diye biliyorsanız, bu aklınızın yerinde olduğunun kanıtıdır ve ilaç kullanmadan sorunu çözme potansiyelinizin olduğunu da gösterir. Bu doğrultuda sorunu çözme stratejilerini geliştirmek, zihninizi ve aklınızı kullanarak rahatlamayı sağlamak ilaç kullanımından daha çok etkili ve kalıcı olacaktır.

 

Diğer yandan psikoloğa gitmeyi bir zayıflık olarak düşünmek, egosal bir sorun olarak değerlendirmekte yanlıştır. Bedensel olarak oluşan rahatsızlıkları nasıl kabul edip iyileştirmeye özen gösteriyorsak, duygusal bozuklukların neden olduğu ruhsal sorunları da kabul edip iyileştirmek o kadar doğal ve önemlidir. Bir yerde bireysel sağlık toplumun sağlığını belirleyecektir.

 

Sorunun farkında olmak ve terapi görmek istemek ilk adımdır, ancak terapinin işlevsel olabilmesi ve kişiye fayda sağlayabilmesi için uygun koşullarda ve belli bir çerçevenin içinde ilerlenmesi gerekir. Her psikolog her danışan için uygun olmayabilir, bu yüzden bazen bir kaç psikolog değiştirmeniz gerekebilir. Dolayısıyla, bir sürece başlamadan önce görüştüğünüz psikoloğun sizin için uygun olup olmadığı hakkında düşünmenizde fayda vardır.

Konuşma terapisinin önemini Sigmund Freud bu sözlerle belirtmiştir “ifade edilememiş duygular asla ölmez, sadece diri diri gömülür ve sonradan daha korkunç şekillerde tezahür ederler”. Ancak "en korkunç şekillerin" tezahür etmemesi için sadece ifade etmek yeterli olmaz, ifade edilen kişi, gömüleri açtığınız ortam, dinleyen kulaklar ve algılayan akıl da önemlidir. En doğru karara varmanız için güven duygusu çok önemlidir, güven eksikliği yaşadığınız terapiyi sürdürmek sizin için verimli olmayacaktır. Dikkat edilmesi gereken diğer konular ise bu meslekteki etik ilkeler ve kurallardır:

 

- Yetkinlik ve yeterlilik (eğitim, kişilik özelikleri, deneyimleri, becerileri …)

 

- Yararlı olmak ve zarar vermemek (kötüye kullanımdan kaçınmak)

 

- Sorumluluk ( etik sorumluluk, gizliliğin korunması zorunluluğu, bilgilerin gizli tutulması …)

 

- Dürüstlük

 

Etik ilkeler ve kurallar danışanı ve psikoloğu korumak için vardır, kişisel ve çıkar amaçlı kullanılamaz. Etik ihlali durumunda danışan hakkını savunmalıdır ki yanlışların ve zararların düzeltilmesi mümkün olabilsin.

 

Tülin Şahin

Uzm. Psikolog

Klinik ve Kültürler Arası Sosyal Psikoloji

Bu yazı toplam 42585 defa okunmuştur.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
123456
Tüm Hakları Saklıdır © 1971-2023 Dersim Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0 (428) 212 10 16 | Faks : 0 (428) 212 10 16 | Haber Scripti: CM Bilişim